Ruhani duygular adeta bir esinti taşıyor Cennet'in gül kokulu bahçelerinden...
Sabah ayazı üşütmekte iken bedenleri, sabah ezanının o ulvi tınısı ile aydınlanmakta gönüller.
Çoğumuz uykudayız hem de en tatlı yerindeyiz uykumuzun. Bihaber iken gidişattan umurumuzda bile değil her ne oluyorsa.
Savaş rüzgarları esiyor çoğu yerde, çocuklar ölmekte. Masum bedenler ölümü tatmakta iken, her şey olan seyriyle devam etmekte egosantrik kimliklerimizle.
Çoğumuz aldırış etmeden, hayatın gidişatında devam etmekteyiz yolumuza.
Sıcacık evlerimizde, döşeklerimizde bırakın istifimizi bozmayı duyarsızlıklarımızla insan vasfı altında gurur duymaktayız şu fani dünyada.
Çalkantılı ahvaller sarsıyor bizleri. Gündelik koşuşturmanın içerisinde, her türlü zevki tadarken insanoğlu, değil başka diyarları yakınımızdakileri bile görmekten öylesine aciziz ki...
Güzellik salonları, kuaför dükkanları, alış veriş merkezleri, lüks restoranlar hınca hınç dolu. Kırılan tırnağına üzülen, cep telefonunu gösteriş amaçlı kullanan, umarsızca alış veriş yapan, kısaca paraya hükmettiğini sanıp paranın ve nefislerinin kölesi olanlar...
Bencil egolar devri şimdi zaman.
Sadece Ramazan ayında insanlığını hatırlayandan tutun yılınüçyüz altmış beş günü her türlü günahı işleyen niceleri.
Sen ben davasını, fiziksel özelliklerini bir basamak olarak kullanan ve çivisi çıkmış bir dünya.
Her türlü çirkinliğin yaşandığı bir arena olmuş adeta hayat dediğimiz platform. Empatiye olan inanç ve yaklaşım ise acınacak boyutta. Bir anda ağızdan çıkan bu kelime artık dillere pelesenk olmuş ama diğer yandan da gerçek boyutunu anlamaktan çok uzak insanlar. Yaşamadan, hissetmeden birinin diğerini anlaması ya da anladığını sanması tamamen bir ütopya. Bir düşünün; dert sahibi, sorunlu, muhtaç, hasta insanların çektiklerini.
Yılın bir günü kutlanan kadınlar günü, yine yılın bir günü hatırlanan engelliler günü. Bir gün olarak takvimde yer bulan organ bağışlama günü ve daha nice günler andığımızı sandığımız. İsterse bin gün olsun bu özel günler; sadece takvime bakıp anımsadığımız ya da sosyal medyada, haberlerde vurgulanan; tabii o da rastlarsak, neyi değiştiriyor ki. Duyarsızlık diz boyu.
Sadece kar yağdığı zaman hatırlanan evsizler, ya yılın diğer günleri ne yapar, nerede yaşar, ne yer içer, düşünen var mı acaba...
Öyle örnekler var ki; bazılarının yoklukları ve sorunları ile mutlu olabilmekteler.
Ya ülke gündemi: Sürekli farklı konularla gündem yaratılırken odak noktaları itibariyle dikkatler başka yöne çekilmekte.
Kısaca bir kaos tüm yaşanan: Koca bir kaos hem de...
Günü kurtaran her kimse, gece oldu mu, ondan mutlusu yok.
Sorumluluk kelimesi anlamını çoktan yitirmiş, dost kelimesi ise tedavülden kalkmış ve beşeri arzu ve istekler listenin en başında.
Bebeklerin ölüme terk edildiği, kadınların şiddet görüp, hayatının sonlandırıldığı ve ahlakın resmen çöktüğü normal dışı bir ortam.
Herkes gücünün yettiğine sözünü geçirirken, çaresizliklerin kümeleşmesi bezginleştirmekte insanı.
Sürekli olarak, toplum ve insan mercek altına yatırılıp, bilimsel açıklamalar yapılıp öneriler ve düşünceler dile getirilmekte ama uygulamaya gelince de asla somut bir sonuç yok ortada.
Kısaca sorun çok ama çözüm yok ya da çözüm üretmekten aciz bir toplum olduk çıktık.
Bireysel kimliklerimizin elverdiği ölçüde bir araya gelip kenetlenmeliyiz, maneviyatımızı yüksek tutmayı da unutmadan. Sonuç itibariyle sorumluluklarımız kendimiz ile sınırlı değil; her birimiz insan olarak tüm bu yaşananlardan sorumluyuz. Ve mükellef olduğumuz her ne varsa bu dünya ile de sınırlı değil. Vicdanlarımızın dayanamayacağı kadar ağır olan bu yükler ancak çabalarımız sayesinde hafifleyecektir.
İnsan olmanın bilinci ve duyarlı yürekler, çaba gösterdiği sürece çözülemeyecek sorun yoktur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.