İnsan sadece dili ile konuşan bir varlık değildir. O, hareketleriyle, davranışlarıyla, tepkileriyle, tasvipleriyle, jest ve mimikleriyle, yiyip-içmesi, giyinip-kuşanması, oturup-kalkması ile hasılı günlük beşerî işleriyle de sürekli konuşmakta, çevresine mesajlar vermektedir.
"(İnsanları) Allah (yolun)a çağıran, salih (doğru-dürüst) ameller işleyen ve "ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?" [Fussilet (41), 33]
Görüldüğü gibi ayette, kaliyle ve haliyle Allah’a, Allah’ın birliğine inanmaya davet eden; farzları eda, haramlardan ictinap anlamında salih ameller işleyen yani davetinin gereklerini bizzat yaşayan ve "müslümanlardan olduğunu" da saklamadan, kibir-gurur vesilesi yapmadan açıklayan her müslümanın en güzel, en haklı, en etkili davete sahip olduğu belirtilmektedir.
Sözü amelle desteklemek, daveti davranışlarla beslemek, davranışları da "Müslümanlardan olduğu" fikri ile biçimlendirmek istenmektedir. Bu da Müslüman’a günlük hayatında tebliğ hassasiyeti şuurunu telkin etmektedir.
"Ey inananlar, yapmadıklarınızı niçin söylüyorsunuz. Yapmadıklarınızı söylemeniz Allah katında büyük gazab vesilesidir" [es-Saff (61), 2-3] ayet-i kerimesi de davet için amel, amel için imanın gerekli olduğunu bir başka açıdan çok çarpıcı şekilde ve tehdîd olarak açıklamaktadır.
Yaşananın söylenmesi, tebliğin amelle desteklenmesi istenmektedir. Amel bizatihi tebliğdir. Fakat tebliğ, amelle desteklenmesi halinde bekleneni verebilecek kıvama erebilmektedir. Yani davette İslam’a dayalı bir uygulama aranmaktadır, işin en hassas noktası budur. Bu sebeple her davranış bir tebliğdir ve sözlü tebliğden önde gelmektedir. Lisân-ı hal, lisân-ı kâl’den bu sebeple üstün ve etkilidir.
"İnsanlara iyiliği emreder de kendi öz nefislerinizi unutur musunuz?" [el-Bakara (2), 44] ayet-i kerimesinin ikazında da bu gerçeği bulmaktayız.
Müslüman, söylediğini yaşayan, yaşadığını tavsiye eden kişidir. Çünkü o ümmet-i Muhammed hanedanına mensuptur. Her hanedan mensubu gibi, davranışlarını o hanedana leke getirmeyecek şekilde ayarlamak görevindedir.
İslâmın bir kendi değeri, bir de bizdeki değeri vardır. Önemli olan bizdeki değeridir. Yüce dinimizden gereği kadar faydalandığımız ve aktardığımız müddetçe iyi bir müslüman olabiliriz. Aksi takdirde kendimizi aldatmış sayılırız.
Mehmed Âkif:dizelerinde
"Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile!
Adem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile.
Kaç hakîki müslüman gördümse hep makberdedir,
Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir!"
derken hep bu endişeyi dile getiriyor.
Müslüman şahsiyet sahibidir. Şahsiyetsiz, mukallid, riyakar insanların İslâm’ın yüce duygusundan nasipleri olamaz. Dindar için dinsiz, Allah Teâlâ’nın lütfünden mahrum zavallı bir insandır. İslâmı, dünyaya ait işlerimizi ve emellerimizi düzenleyen ve bize dünya menfaati sağlayan bir tarzda değerlendirmek yanlış olur. Onu dünya işlerimizi, ruhun selametine hiç mani olmayacak tarzda düzenleyen bir düstur olarak görmeliyiz.
Müslüman her haliyle insanlara örnek bir davranışın temsilcisi olmalıdır. Maddî, manevî, her sefaletin yanında o bulunmalıdır. Peygamber (a.s) bütün hayatını insanlığın kurtuluşuna adamıştır. İslâm’ı sadece şekil ve kalıp olarak görmek doğru değildir.
Müslüman, rûhunun güzelliklerini benliğinde aksettiren, hal ve davranışlarını Allah’ın ve peygamberlerinin ahlakıyla süsleyen örnek bir insan, bir yol gösterici, bir mürşid olmalıdır.İrşad için ilk prensip doğruluktur. Peygamberlerdeki özelliklerin başında zikredilen "sıdk" da bu fikri teyid etmektedir.
Müslüman hikmetli davranışlarıyla herkesi imrendirmeli, bir mübelliğ sıfatıyla İslâmı sevdirmelidir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de "Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/125)Dini sadece günah sevap nizamnamesi görüp, onun iyi insan yetiştirme özelliğini unutursak, İslâm’ın hedeflediği bir din anlayışını ortaya koymuş olamayız.
Yaşadığımız dünyada İslam adına ama "İslam’ın ölçülerini aşan" tavırlara tanık oluyoruz. Cihad deyip cihadı Kur’an ölçüsünün dışına çıkaran, "tevhid" deyip, bunu "tekfir" için kılıca dönüştüren, abidlik,zahidlik dendiğinde bunu, toplumdan tecrid haline getiren ve orijinal Kur’an - Peygamber çizgisinin ötesinde bir İslam görüntüsü ortaya çıkaran pek çok örnek var.
Rasulullah Efendimiz,s.a.v. "Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Kim bu dini zorlaştırırsa din ona galip gelir." (Buhârî, İmân 29) diye buyururken, hiç şüphesiz, dindarlıkta bile ölçünün kaçabileceğini görüyor ve mü’minleri uyarıyor. "Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk oldular." Resûl-i Ekrem bu sözü üç defa tekrarladı. (Müslim, İlim 7.)
Allah Teala’nın bildirdiği, Rasulullah Efendimizin nezih hayatına yansıyan ölçüler dışında Müslümanlık yok. Her Müslüman ve her İslam toplumu, bugün, yarın ve tüm zamanlarda, Kur’an ve Rasulullah muvazenesinde bir İslam kişiliği ile donanmak zorunda. Onun adı da "Rahmet Peygamberinin ümmeti rahmet insanı" olmaktır.
Allah bizi, islamî niyetlerle islamî çerçevede ameller işlemeye ve İslam davetini böylesi amellerle desteklemeye yani tebliğ,temsil ile amel bütünlüğüne ve uyumuna muvaffak kılsın...AMİN
SELAM VE DUA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.