Afrikalı falan değil işte. Bildiğin Türk ama ikinci sınıf! Kimse resmen gelip yüzünüze dememiştir. Amerika’daki siyah beyaz çatışması gibi değil belki ama o raddeye gelmiştir ve hala devam etmektedir. Yaklaşık iki asırdır devam eden bu çatışma gün geçtikçe memleketimizde kökleşmiş vakadır.
Peki, siyahlar kim beyazlar kim? İdeolojik açıdan bakarsan siyahlar yüzde 70, hayat standartlarına bakarsan yüzde 95. Yani memleketimizdeki salt çoğunluk ama ikinci sınıf vatandaş! Kim grupladı bunu? Tanzimat Fermanıyla eşitlenip Islahat Fermanıyla üstünleşenler. Yani azınlıklar. Memleketimizde yerli görünüp de yatakçılık yapanlar da Türklerin gri kısmını oluşturur. Safı belirsiz bozguncular takımını oluşturur bu griler. Memleketten istifade ederken vatandaş, bozgunculuk zamanı düşmandırlar.
Azınlıklar 19. Yüzyıldan itibaren devletin güvenliğini sarsacak derecede hak ve imtiyaz sahibi oldular. Gün geçtikçe nüfuzları arttı. II. Abdülhamit Han’a meşrutiyet sistemini teklif ettiklerinde diplomasi ve siyaset dehası Ulu Hakan “Memleketimiz bu sistemi kaldırmaz. Zira memleketimizde insanlar tek tip değildir çeşitli milletlerden ve inançlardan insanlar vardır. Bu sistem devletimizin sonu olur” der ve meclisi açsa da Osmanlı – Rus harbini bahane ederek meclisi kapatır. Çünkü bazı yerde esneklik bazı yerde otorite gerektir. Fakat Yahudi tahrikli İttihatçılar boş durmaz 1908’de yine bildiklerini okurlar, ok yaydan çıkar. II. Meşrutiyetle azınlıklar meclise doluşur ve devletin çöküşü hızlanır. 31 Mart Vakası patlak verir. II. Abdülhamit Han maddi ve manevi işaretlerle artık devletin sonunun geldiğini anlar ve müdahale edecek gücü, askerleri, samimi yaverleri olmasına rağmen işi akışına bırakır. Çünkü kartal tüy değiştirecektir. Bu değişim aşaması elbette sancılı olacaktır.
Abdülhamit Han’ı hal etmeye gelen yıkım ekibi Ermeni, Rum, Yahudi ve Arnavut bir dörtlü çirkeften oluşmaktadır. Sultan esefle “benim milletim beni idarede isteyip istememesi haktır, peki size ne oluyor?” der. İşte bizim memleketin beyazlarını oluşturan bu azınlıklar ev sahibini iki asırdır rezil etmektedirler.
Beyaz Türkler özellikle iki asırdır çok aktif olarak çalıştılar. Türk’ü oynayan beyazlar gerek Osmanlı döneminde olsun gerek Cumhuriyet döneminde olsun hep ipi ellerinde tutmaya çalışıp milleti hakir görmüşlerdir. 1. TBMM Gazi Meclisi’dir. Memleketin kurtuluşunda ve yeni devletin kuruluşunda emeği geçen fedakâr insanların bulunduğu meclistir. Meclis daha ikinci yılında feshedilir ve Cumhuriyet ilk darbesiyle tanışır. Doğrudan veya dolaylı olarak iki üç yılda bir darbe geleneği böylece yeni devletin ruhuna enjekte edilir. Bundan sonra memleket uzun yıllar elit, halktan ayrı, ukala insanlar tarafından idare edilecektir. Ne zaman kendine benzer birini vekil tayin etmeye kalksa yukarıdakiler milletin kafasına vuracaktır. Hatta bazen bu insanları kendine bırakmamalı bırakırsak ipin ucunu kaçırırız demekten kendilerini alamazlar. İşte onların bu insanlar dedikleri ezici çoğunluğu oluşturan bu vatanın gerçek sahipleri kendi vatanında parya olmuşlardır.
I. Dünya Savaşında ve İstiklal Harbi’nde milletimiz savaşırken ticaretlerini ve nüfuzlarını geliştiren bu beyazlar kökleştikçe siyahları yani ev sahibini ezecektir. Atalarımız boşuna dememiş demek ki “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” diye. Günümüze kadar da nüfuzları ve en azından verdikleri sıkıntı bitmemiştir. Kendilerini memleketin efendisi, kendilerinden başkasını köle olarak görürler. Çünkü önderleri olan Yahudilerin yapısında vardır bu düşünce. Yahudilere göre bütün insanlık Yahudilerin hizmeti için vardır. Bizim beyazlar da Türk milletini kendi hizmetkârları olarak görürler. İktidarı, parayı müreffeh hayatı, ilimi bilimi Anadolu insanına hiç yakıştıramazlar. Kendilerini gizlemek için partilerin ve ideolojilerin arkasına saklanırlar. Görünüşte bir fikir ve davanın savunucusudurlar. Aslında Osmanlı’nın bu coğrafyaya girişinden beri gelen bir kin ve nefret vardır. Bu nefretle her zaman isyan kargaşa çıkarırlar ve benimseyemedikleri devletin, kamunun malına zarar vermekten zevk duyarlar. İşin farkında olmayan diğer elitler de bunlara katılarak gri insanları oluştururlar.
Kendileri İstanbul’u mesken tutup sermayeyi ellerinde tuttular. Ellerindeki parayla ve medyayla bize ders verdiler. Hem sosyal hayatımıza hem de siyasal hayatımıza yön verdiler. Elemanın biri “dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” derken içindeki şiddetli ayrımcılığı artık bastıramayacak hale gelmiş ve milyonların önünde bunu söylemekten kendini alamamıştır. Ülkemizde ideolojik sancıların arttığı dönemde merhum Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’yi zamanın Ankara valisi Nevzat TANDOĞAN hızını alamayarak bizzat fırçalama gereği duymuştur. Nezarete gelerek “Ulan …. Anadolulu bu memlekete bir şey getireceksek biz getiririz. Milliyetçilikse de biz getiririz, komünistlikse de biz getiririz. İdeoloji senin ne haddine! Senin iki vazifen var birincisi tarımla uğraşıp bize gıda temin etmek, ikincisi çağrılınca askere gelmek!”
Bu hazin olaydaki “biz” kelimesi dikkatinizi çekti mi? İşte o “biz”, çoğunluğa hükmetmeye çalışan, yurdum insanını hiçbir zaman adam yerine koymayan, sayısal üstünlük değil siyasal üstünlük diyen, demokrasiyi çokça belleyip ama içini boşaltan, bu insanları kendine bırakırsak mahvoluruz diyen “çakma Türkler ve yardakçıları”dır. Onlar bu memlekete ait olmayan şeyleri hep dayatırlar, hep biz diye nutuk atarlar ama o “biz”in kim olduğunu söylemekten imtina ederler. Bu günlerin sıkıntısı iki asırlık tahakkümün sonuna gelinmesindendir belki ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.