Her vakanın yıldönümünde tabiri caizse viyaklamak mecburiyetinde kalan yurdum insanı suyun nerden bulandığını fark ettiği gün belki viyaklamaktan kurtulur. Özellikle şu birkaç gündür devam eden savunma laklakları bu haftaya özel. Bu haftayı özel kılan diğer bir olay da 27 Nisan vakası. 27 Nisan ?
Gırtlağımız yırtılana kadar savunma yapmaya mecbur kaldığımız 24 Nisan meselesi aslında bu tarihten altı sene önceki bir 27 Nisan günü yola çıkmıştır. Şimdi çözmekte çok zorlandığımız buhran 1909 yılında yaydan çıkmıştır. 27 Nisan 1909 hem bir ihtilal hem de devletin yıkılışıdır. Osmanlı devleti hukuken 1922’de feshedilse de Osmanlının fiilen 1909’da fişi çekilmiştir.
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK ne demişti “Abdülhamid Han’ı anlamak her şeyi anlamak olacaktır.” Almanya’yı gevşek bir konfederasyondan güçlü bir imparatorluğa dönüştüren güçlü lider, Alman başbakan Otto Von BİSMARK ne diyordu “Dünyada yüz gram akıl varsa bunun doksan gramı Abdülhamid Han’da, beş gramı bende, kalan diğer beş gramı da diğer dünya liderlerindedir.” Görünüşte hısım aslında hasım olan Almanya bile yiğidi öldür ama hakkını yeme demiş Ulu Hakan’dan dolayı. Ama bizim ahmaklar ne demiş yiğidi öldür, hakkını ye, üstüne de söv! Sonra ne kadar basiretsiz bir çıkış yaptıklarını fark ettikten sonra mevtanın arkasında özür dilemişler. Ortada adam kalmamış devlet kalmamış bol özürler…
Müslüman ve Türk düşmanı Avrupalı bile Sultanı keşfetmiş ama bizim basiretsiz adamlarımız anlayamadığından devletin yıkılmasına ve üzerinden bir asır geçmesine rağmen içinden çıkılmayacak iftiraya meydan vermişlerdir.
Sultan diplomasi ve siyaset dehası olduğu için kendi döneminde devleti sıkı bir kontrol altına almış bütün sınırlarına ulaşmaya çalışmıştır. Hicaz’a trenin ulaştırılması, Yemen’e telgrafın ulaştırılması ulaşım hizmetinin yanı sıra siyasi bir otoritedir. Aynı zamanda yıkılmak üzere olan devletin ömrünü saltanatı kadar uzatmıştır. Tabi Sultan’ın bu gayreti de hasta adamın başında üşüşen, avın ölmesini bekleyen leş kargalarını kızdırmıştır. İntikamı da kötü olacaktır, hatta bir asır geçmesine rağmen iyileşmeyen cüzzam yarası olacaktır.
Bütün kontrolün, otoritenin sadece Ulu Hakan’ın elinde olduğunu çözen Osmanlı düşmanları Sultanı yılanın başı olarak görmüşler ve Sultanı aşarlarsa diğerlerinin ipinin ellerinde olduğunu kestirmişlerdir. Bu hesabın içinde mason uzantılı İttihat ve Terakki Cemiyetini de katabiliriz. Kaş yapacağız derken gözden eden bu oluşum devletin yıkılması için kurulmuş ve vazifesini yerine getirmiştir. Birkaç kişi istisna bütün üyeleri Yahudiler tarafından kullanıldıklarını devletin dağılmasından sonra fark etmişler ama iş işten geçmiştir.
Abdülhamit Han’ın hedef olmasının sebepleri saymakla bitmez. Sultan sıkı bir toprak koruyucusudur, topraklardan asla taviz vermemektedir. Yahudilerin ısrarla Filistin’i istemesine, satın almak istemesine çok kızarak Teodor Hertzel’i huzurundan kovmuştur. İsrail’in kurucusu sayıldığı için İsrail meclisinde bu mel’un adamın fotoğrafı asılıdır. İsviçre’nin Basel kentin’de (o zamanlar kasaba) 1897 yılında bir mecliste “Arkadaşlar şu elimdeki kâğıt İsrail Devletinin kuruluş beyannamesidir. Devletimizin kurulması kesindir en erken beş yıl içerisinde, en geç elli yıl içerisinde kurulacaktır” der. İsrail 1947 yılında fiilen kurulur, yani Teodor’ın nutkundan tam elli yıl sonra! Adamlar ne kadar milimetrik çalışmışlar ama değil mi? Elli yılı geçirmemişler, Teodor’u ölümünden (ölümü 1904) sonra da olsa adamı mahcup etmemişler.
Gelelim sadede. Sultan’ın çok taşlanmasının sebeplerinden biri de Ermenilere hiç fırsat vermemesidir. Osmanlı’nın gayri Müslim dünya’da avlanması gereken bir av gibi görüldüğü bir durumda Ermeniler de gözünü bu topraklara dikmiştir. Tabi Sultan bunlara da fırsat vermediği için düşman bir değil iki değil elvan elvan…
Başta Yahudiler ve Ermeniler olmak üzere tüm dünyada Osmanlı toprakları üzerindeki emellerin yegâne engeli olan Sultanın tahttan indirilmesi kendilerince vacip görülür. Bu yüzden hal heyeti de Meclis-i Ayan üyelerinden karışık soydan eski Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Ermeni Aram Efendi, Draç Mebusu Arnavut Esad Toptani Paşa ve Türk-Müslüman düşmanlığıyla tanınmış Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasu Efendi'den oluşan bir heyet teşkil etmişti.
Bir de elinde halifelik unvanıyla güç bulundurmaktadır. Bu güç de hasımlar için çok önemlidir. Sultanın hal edilmesi durumunda hem güçlü bir padişah ortadan kalkmış olacak hem de 400 yıllık hilafet makamını en etkin bir şekilde diplomatik olarak kullanan halife ortadan kalkmış olacaktır. Bir taşta iki kuş yani.
Devlet içinde bütün sistemi ele geçiren mason teşkilat yüzmüş yüzmüş kuyruğuna getirmiştir işi. Kuyrukta Sultan Abdülhamid Han vardır. Kuyruk da koptu mu çok af edersiniz dananın kuyruğu kopmuş demektir. Sultanın hal edilmesiyle hem bir devletin yağmalanması mümkün olmuş hem de diğer İslam devletlerinin babası ölmüştür. İşte bu yüzden günümüzde İslam devletleri imamesi kopmuş tespih gibi sahipsiz ve dağınıktır. Hayal bile edemeyeceğimiz işkencelere haksızlıklara ölümlere maruz kalmaktadırlar.
Sultanı deviren güçler işi sağlama almışlar “Kızıl Sultan” yaftasını uygun görmüşlerdir. İstibdatla itham etmektedirler. Çünkü gazetelere sansür uygulamaktaydı. Ama ölen öldürene ne yapmıştı? Gazetelerin yaklaşık %70’i gayri müslimlerindi. Amaçları da devleti yıkma amaçlı propaganda yapmaktı. Bu gazetelerin sahipleri Yunan, Ermeni, Yahudi, ve Avrupa uzantılarıydı. Bugün demokrasi abidesi addedilen ABD bizden çok çok katı bir tedbir almasına rağmen bizim bu korumamızı istibdatla niteleyen zihniyetin maksadı bugünlerde çok da bariz değil mi?
Her 24 Nisan’da günler öncesinde savunma hazırlığı yapmamızın temelinde işte geçmişte yapılan yıkımı örtbas etmeye çalışanlara karşı müdafaa ihtiyacı yatmaktadır. Dünya üzerinde birkaç ülke hariç hepsinde soykırım uygulanmaktadır. Alenen soykırım uygulanmayan ülkelerde de Müslümanlar ezilmeye sindirilmeye çalışılmaktadır. Soykırıma uğramayan ülkeler de müslümanlar yaşamanın bedelini sömürülmekle ödemektedirler. Yani iki kutuplu dünya; sömürenler ve sömürülenler, öldürenler ve öldürülenler. Bu vahşeti, katliamı da sadece Müslüman insanlar üzerinde uyguluyorlar.
Üzerinde durulması gereken en önemli nokta şudur. Ezen öldüren ülkeler farklı farklı dinlerden ve milletlerden ama öldürülenler sadece Müslümanlardır. Müslümanların koruyucusu, savunucusu, babası da Türkiye’dir. Türkiye nefes alırsa kendi haline kalırsa tekrar liderliği ele alabilir ve hesap sorması da kaçınılmazdır. Bu kadar sömürgeden ve kandan beslenen ülke ipin ucunu bir kaçırırsa keser de sap da dönecek bunun bilincindeler. O zaman ipi sıkı tutmak lazım. Yani kendi kanlarını zulümlerini örtbas etmek ve Kadı’ya hesap vermemek için Kadı’yı suçlamak lazım. Kadıyı bağlamak lazım. Şimdi o kadar zulüme uğrayan biz olmamıza rağmen zalimlikle itham edilmemizin sebebi açık değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.